BİZİM ÖZE DÖNÜŞ HİKÂYEMİZ
Hayatın içinde ölüm, adaletin içinde zulüm saklıydı. Hayat gibi en güzel bir gerçeğin ölümle kuşatıldığı, adalet gibi varlığımızın en temel bir gerçeğinin zulümlerle mahvedildiği bir ortamda, gerçekten ne işimiz vardı?
Görselliğin yükseldiği, görünürlüğün el kaldırdığı; sözün sultan, samimiyetin susan olduğu zamanda öz ve öze dönüş söylemlerinin az da olsa alıcısı olabilir.
Öze dönüş, afaki (dış) ve enfüsi (iç) olmak üzere iki boyutlu bir yolculuktur. Zor olan içe yolculuktur. Bu yolculukta insan kendine bakmayı, kendisiyle konuşmayı, kendi olmayı bilir. Öz çekim/öze çekim/öze dönüş budur. İç yolculuk olmadan dış yolculuk olmaz. Dışın düzelmesi iç ’in düzelmesine bağlıdır. Değişim içten dışa doğru seyreder. İlahi mesaj da değişimi içten dışa doğru başlatır. “Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Rad:11).
Kendisiyle konuşamayanın başkalarına konuşması, kendisine bakamayanın başkalarına bakması, kendisi olamayanın, başkasının olmasını istemesi varlığın özüne aykırıdır.
Madem “Her varoluş, bir “Lâ” ile başlar, biz de Lâ’nın doğduğu iklimden, Lâ’yı taşıyanlardan başlayarak öze dönüş hikâyemize başlayabiliriz. Öze dönüş yazısını besleyen Kurtarıcılığın Trajedisinde, Ölü Ordunun Generali, Daryush Shayegan’ın ‘’Yaralı Bilinç ’kitabı vs, Lâ’nın doğduğu ve kullanılmaya başladığı yere ve zamana uzak hususlar. Biz bu yazımızda Lâ’nın merkezinde kalmaya çalışarak öze dönüş hikâyesini anlamaya çalışacağız.
1400/1500 yıllık medeniyet tarihimizde öze dönüş çağrıları, hareketleri hep yapılmış, yüksek ve yakıcı nidalarla da davetler tekrarlanmıştır.
İki büyük öze dönüş hikâyemiz var ki bizim, ölüm orada öldüren ile öldürüleni bekler.
Birinci öze dönüş hikâyemiz;
Tarih 656, Hz. Aişe, eski valiler ve yeni valilik isteyenler bir platform oluştururlar. Hz. Ali’yi ve yönetim felsefesini eleştirerek hukuka, adalete ve öze dönüşe çağrıda bulunurlar. Neticede yeni kurulan platform ile devlet yönetimi arasında Cemel Savaşı patlak verir ve 25 bin kişi ne yazık ki hayatını kaybeder. Sebep ise Hz. Osman’ın katillerinin bulunmasındaki pasiflik ve Hz. Ali yönetiminin esastan uzaklaşma iddiası.
İkinci öze dönüş hikâyemiz;
Tarih 657 bu defa Muaviye, eski ve yeni valiler bir platform oluştururlar, platform, Hz. Ali’nin devleti yönetemediği, Hz. Osman’ın katilleri ile suç ortağı olduğunu iddia eder. Kamuoyu karışık bilgi akışı ile karmaşık hale gelir ve bu platform da Sıffin Savaşının çıkmasına sebep olur. Savaş öncesi platform üyeleri Kuran sayfalarını mızrakların ucuna takarak Hz Ali’yi ve grubunu hakikate ve öze dönüşe davet ederler. Davet, gerçekten öze ve özgürlüğe mi bilinmez ama bu savaşta 70 bin kişi hayatını kaybeder.
Vahyin rahle-i tedrisinden geçmiş, vahyi canlı yaşamış, kendileri hakkında gökteki yıldızlar rütbesi verilmişler arasında iki büyük öze dönüş hamlesi/ tecrübesi ne yazık ki özü kaybetme, örselenme ve öteleme ile sonuçlanmıştır.
Öze dönüş ve esasa davetin maverasında, erkin çemberi ve çeperinde olmak varsa bu çağrılar yüzyılımızda bedenleri öldürmeyebilir ama yorar, zihinleri ise çürütür. Çağrılar söylemindeki sözlerle değil özündeki samimiyet kadar değerlidir.
Cemiyet ve teşkilat yapılarında/yönetimlerinde esas ve özden çıkmalar, sapmalar olursa inanç ve medeniyet değerlerinin yüklediği sorumluluk ve bilinçle çözüm aranır. Evrensel dedikodu mecrası olabilecek yazılı ve görsel medyada konuşmak, söylenmek, yazmak, ilgili ilgisiz herkese duyurmak en azından ahlaki değildir.
Evrensel mesaj bu hususu kesin bilgi ve belge olmadan bilgi servisi yapmayı ve konuşmayı, önleyici ve eğitici tedbir olarak şiddetle ikaz ediyor.
‘’Ey iman edenler zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tatbiki bundan tiksinir.’’ (Hucurat:12).
Artık ölen kardeşlerimizin etlerini yedik bitirdik de kemiklerini kemirmeye başladık.
Teşkilat ve cemiyetlerde her zaman haklılar, haksızlar, küskünlükler, mutsuzlar, muterizler, muarızlar olur ve olacaktır. Eleştiri sınırları içerisinde çözümler ve çareler aranır.
Küçük bir ailede bile seslerin yükseldiği, sertleştiği, belki yumrukların sıkıldığı zamanlar olabilir. Ama konuşma ve çözüm yeri yine aile olur.
Sistemin ve teşkilatın içinde iken konuşmak, eleştirmek doğru ve gerçekçi olabilir. Sistemin ve teşkilatın dışında kalınca, dillerin çözülmesi, kalemlerin yazması, itirazların yapılması, tuhaflığın ve tutarsızlığın dışa vurması gibi bir durumu ortaya çıkarır.
“Ben olsam Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere eleştirel düşünme dersi koyardım. Batı’nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” ifadelerini kullanmıştır rahmetli Aliya Izzetbegoviç,
Eleştiri, teşkilat disiplini ve ahlakı açısından yapılması gereken çok önemli bir eylemdir. Eleştirinin kendisi kadar niyeti, zamanı, nerede, nasıl yapılacağı da çok önemlidir.
Eylemin değeri niyetin ne olduğu ile anlam kazanır. Dindar bilinci oluşturan temel ilkelerden biri “Müslümanın niyeti amelinden hayırlıdır.’’ anlayışı ve aktarışıdır.
Niyet gerçekten öze dönmek midir yoksa soylu ve kutsal kelimeleri sosyal medyanın mızraklarına takıp, zemin üzerinde zamanı, zaman içinde insanı çürütmek ve zehirlemek mi? Bilinmez.
İnsan sosyolojisini tahlil ederken “İnsandan en son çıkan hasletlerden biri de makam hırsıdır” diyen İmam Gazali’nin erkler ve egemenler savaşı mıdır? O da bilinmez.
Her şeyin ve herkesin bir hikâyesi vardır. Yazımızı bir hikâye ile olgunlaştırmaya çalışalım.
Ateşin ne olduğundan habersiz dört arkadaş uzakta yanmakta olan ateşin kıvılcımları, sarı, kırmızı ışıkları karşısında hayrete düşerler.
İçlerinden biri heyecanla atılır; “Karşımızdaki çok güzel bir şey” diyerek ateşe yaklaşır, ışığı gözlerini alır. Geri döndüğünde gururla ben artık biliyorum, “O aydınlatandır” der
İkincisi aynı heyecanla ışığı görmeye gider biraz daha yaklaşır ve geri dönerken “O ısıtandır” der.
Üçüncü arkadaşları hem aydınlatan hem ısıtan bu belirsizliği daha da merak ederek biraz daha yaklaşmayı dener. Teninde bir acı ve yanma hissiyle geri döner “O yakıcı olandır’’ der.
Dördüncü arkadaşlarının yargılarını kendince yorumlamış, aydınlatan, ısıtan ve hatta yakan bu ışık cümbüşünün bambaşka bir yanı olduğuna inanmıştır. Sıra bende diyerek ateşe yaklaşır; yüzü önce aydınlanır, sonra ısınır ve yavaş yavaş yanmaya başlar, yandıkça ateşin içine giren bu güzel insan köz olur, ateşin özünü keşfetmek için. Geri dönmediğinden kimse bilmez ateşin özünü.
Öz ve öze dönüş bazen Basra’da 25 bin bazen Sıfin’de 70 bin insanı öldürür de ölenler geri gelmediği için öze döndüler mi? Bilinmez.
Neydi ve nedir o öz ki? Kim bilmiş ve bilir ki? İlkelerini ve izini kim belirlemiş ki? Ondan sapılmış/çıkılmış da tekrar ona davet /dönüş çağrıları yapılıyor…
Kendini eleştiren (sorumluluğu kendinde arayan) adam Âdem olur.
Başkasını eleştiren (sorumluluğu başkasında arayan) adam Adem olur.
Vesselam…
Memur-Sen ve Eğitim Bir-Sen Kırklareli Başkanı
Selahattin KARANFİLER