Dünyanın her yerinde, öğretmene, yüksek teknolojiye dair yoğun bir çalışma var. Her konuşmacının, bilim insanının dilinden inovasyon kelimesi düşmüyor. Tüm ülkeler imkânları elverdiğince OECD sıralamasında üst başarı basamaklarına yükselmeyi hedefliyor. Bu çerçevede, yakın zamanda katıldığım epeyce yurt içi ve yurt dışı toplantı oldu. Sempozyumlara, kongrelere katıldım, sunumlar yaptım. Bu toplantılarda tespit ettiğim önemli iki boyuta dikkat çekmek istiyorum. Belirlenen hedeflerin gerçekleşmesi durumunda, bunun iki kazananı ve iki kaybedeni doğal olarak kabul ediliyor, yaşamın doğal sonucu olarak görülüyor ve kurgulanıyor. Kazananlar: Emperyalist ülkeler ve tahakkümcü sermaye. Bunun sonucu olarak bilginin tekelleşmesi, yani ekonomiyi elinde tutan ve yönetenlerin silahı ve sopası olmasıdır. Kaybetmeye mahkûm olanlar ise, ülkelerinin içinde bulunduğu şartlar ve tekelcilikten dolayı bilgi erişim imkânı olmayanlar; geleceklerini sömürgeci ülke ve odakların merhametine, yaşam hakkı verip vermeyeceğine bağlayanlar.
Bu toplantılarda toplumsal erozyon, ötekileştirme, ahlaki zafiyetler, yozlaşma, eşitsizlikler, eğitim mağduriyetlerinin giderilmesi, para ve bilginin paylaşılarak dolaşımı hiç konuşulmuyor.
Tartışmalardan çıkardığım en temel sonuç; tüm insanlığın, zeki çocuklarının kapasitelerini ve verimliliklerini en üst düzeye çıkararak ve en iyi şekilde (adeta yarış atı gibi koşturarak) yetiştirerek; emperyalistlerin ve sermayedarların daha çok semirmesine ve kaybeden taraf olarak gördüklerinin üzerinde baskı ve tahakkümlerinin perçinlenmesine hizmet etmelerini sağlamaktır. Meselenin özeti budur. Peki, o zaman okullaşmanın yüzde 100’e çıkmasının, yayımlanan bunca bilimsel eserin, akademik kariyer yapmanın insanlığın geleceği için hiçbir faydası yok mu? Mevcut durumu bir bütünlük çerçevesinde değerlendirdiğimizde, elbette geniş kitlelerin kazandırdıklarının karşılığında kısmi bir faydalanma söz konusudur. Ancak hayatımızda var olanın iyileşmesine, döngüyü değiştirecek bir katkısı olmamışsa, yani insanlığın yaşam kalitesinde bir değişiklik meydana getirmemişse, olup biten ve kazanım olarak gördüğümüz şeyler bile sömürünün devamlılığını teşvik eden bir uygulama olur, sonucu değiştirmez.
Piramidin en altında olanlar için GSMH gibi kriterler, zenginlerin malını sayarken mağdur kesimin tepkisini çekmemek için tüm vatandaşların payına düşen bir şey varmış gibi bölüştürerek hesaplamaktan ibarettir. İnsanlık, çok zalim krallar, yöneticiler, ordular gördü ama bu asrın zehri bal şerbetinin içinde ve altın tepside veren, insanlığın beynini, bedenini, enerjisini, tabiatı sömüren başka bir dönemi asla yaşamadı. Kurgulanan, kurumsallaşan sistem çerçevesinde oluşturulan tabiiyet ve üretilen rıza yoluyla hemen her ülke, her yurttaş seçkinlere ya borçlu ya mağdur ya da mahkûm hâle getirilmiş durumdadır. İnsanlığın bu sarmaldan çıkması gerekiyor. Bir yerde üretilen ve başarılan, hepimiz için bir fırsat ve kazanım oluşturabilmelidir. Bu konuda bir değerlendirmeye, bir gündeme rastlamıyoruz.
Bu acımasız anlayışa sahip olanlar saygın, ümit veren sloganlar, kavramlar üretiyor; önemli toplantılar, kongreler organize ediyor, kararlar alıyor, bildirgeler hazırlıyorlar. Hepimiz insani temelde söylenen bu sözleri ve kavramları önemsiyoruz. Ancak meseleyi gerçek hayatta var olanlarla birlikte değerlendirdiğimizde, bunların özü itibarıyla hakikatin gizlenmesi için manipülasyon aracı olarak kullanıldığına tanık oluyoruz.
Uygulamada kendilerinden başka herkesi değersizleştiren bu zihniyet; teröre karşı olduğunu, onu ortadan kaldırmak için mücadele ettiğini ifade ediyor ama belki tüm terör örgütlerini gizlice finanse ediyor, bir tehdit olarak kullanıyor. İnsan hakları ihlallerinin, doğayı kirletmenin, tahrip etmenin arka planında çıkarlarına erişebilmek için insani olanın hiçe sayılması var. Özgür bireyden, demokrasiden söz ediyorlar ama dünyada gerçekleşen tüm darbe girişimlerinin arka planında hep bunlar var. Baskıcı rejimlerin varlığını sürdürmesinin ve korunmasının hatta o ülke halkının topyekûn iradesinin susturulmasının arka planında da bu sömürgecileri görüyoruz. Özetle, insani olan tüm değerleri tahrip ettiler. Barış dediler, savaş getirdiler. Irkçılık karşıtı olduklarını söylediler ancak etnik ayrımcılığı, yabancı düşmanlığını körüklediler. Sığınmacılara, mültecilere kapılarını kapattılar, kendi lükslerinden ödün vermemek için mazlum ve muhtaç olanları ötekileştirip değersizleştirerek ya yerinde ya denizlerde boğdular veya boğulmalarına göz yumdular, seyrettiler…
Peki, çözüm ne?
Ya ‘durum buysa hayatın gereği’ deyip buna katlanacağız ya da ‘böyle gelmiş olabilir ama böyle gitmesine asla müsaade etmeyeceğiz’ deyip gidişatı değiştirecek, tüm düzenbazlıkları ve hileleri deşifre edecek adımlar atacağız. Kanaatimce, olumsuzluklara katlanmak bir sendromun belirtisidir. İkinci yolu seçip asla buna razı olmamalıyız. İnsanlığın olup bitenleri görmesi için sömürgecilerin gerçek yüzünü, acımasızlığını, insanlıktan yoksun tavırlarını deşifre etmek durumundayız. Ancak bu yetmez, yeterli olsaydı bugüne kadar yapılan açıklamalar, verilen mücadeleler yeterli olur ve kirli döngüyü kırabilirdik. İnsanlık tarihinin yüz karası kirli odakların oluşturduğu şeytani egemenliğin saltanatına son verir, insani yaşam temelinde mutlu bir uluslararası sistem kurabilirdik. Başarılı olamamanın en önemli nedeni, bu yapıların maskeleri ve maşalarıyla iş görmeleridir. Emperyalizm ve sömürü ile mücadele edenler, doğru strateji belirleyememeleri nedeniyle, yaptıkları zaman zaman yel değirmenleriyle savaşmaya benzedi hatta bu savaş çoğu yerde emperyalizmin yaşamasına ve insanlık dışı uygulamalarını güçlendirmesine yardım etti.
Her şey bilinçle ayağa kalkıp hakikati haykırmakla başlayabilir. Bilinçli bireyi örgütlü toplumla güçlendirmeli, ülkelerin sömürü karşısındaki direnci artırılmalı ve her şeyi yeniden ama insanlık ortak paydasında, adil paylaşım esasıyla ele almalı, yeni bir sistem inşa etmeliyiz. Sanıyorum bunu başaracak birikime, enerjiye ve imkâna sahibiz.
Dönüşüm, bazen bir kıvılcımla başlar ve hızla hedefini bulur. Piramidin en altında kalmış insanlık ailesinin tüm üyeleri bu kervana cesareti oranında katılır. Tek sorun, manipülasyon tuzağına düşüp emperyalizme ve zulme başkaldırı hedefinin birtakım saptırmalarla bumerang gibi dönüp bizi vurması ve yine o karanlık kirli emellere hizmet etmesidir.
Geçmişten ders almışsak bu kez oyunları bozabilir, ‘insanca bir hayat herkesin hakkıdır’ diyebiliriz. Tekelleri kırarak bilgi ve parayı insanlığın ortak malı yapabiliriz. Her çocuğumuz kaliteli eğitime erişebilir. Hepimiz, yarınından endişe etmeyeceği bir ortama kavuşabiliriz. Mutluluk hepimiz için olabilir. Çünkü dünya hepimize bolca yetecek imkânlar sunuyor. Hayatı acılarla dolu kılan, dünya kaynaklarına çökenlerin aç gözlülüğü, doymazlığıdır. Eğer adil paylaşımı ve yaşamı tesis edebilirsek, birçok sorunun üstesinden gelebiliriz.
Güçlü bir bilinçle ayağa kalkma, hakikati haykırma vaktidir.
Ne rakipsiniz ne de refik
Denetim, kadavraya otopsi değil, hayata koruyucu hekimlik yapmaktır
Toplu sözleşmeler keyfiliğe kurban edilmemelidir
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ